29 Eylül 2009 - Akşam
Ömer Madra, Fatih Altaylı'yı büyük motorlu otomobiller kullanarak atmosfere fazla karbon salarak çevreyi kirlettiği için eleştirmiş.
Fatih Altaylı da köşesinden kendini savunmuş. Ömer Madra ve diğer çevrecilerin elektrikli otomobilleri savunma gerekçelerini eleştirmiş.
'Doğru', demiş Altaylı, 'Elektrikli otomobiller kent içinde egzoz gazı salmıyor ve bu açıdan yararlılar ama küresel ısınma konusunda diğer otomobillerden pek bir farkları yok. Çünkü sonuçta onlar da bir enerji tüketiyorlar ve bu enerji bir yerlerde üretiliyor. (...) Hidroelektrik ve rüzgar santralları dışında kalanların tamamı, çevrecilerin karşı olduğu 'atıklar' üretiyorlar'.
Fatih Altaylı haklı. Üstelik çevrecilik klişesi olarak cip kullananları eleştirenlerin cip sahiplerini otomobillerini satıp çevreci otomobil al diyenlerin yanıldıkları bir konu daha var.
Dünyanın en çevreci otomobillerinden biri olarak bilinen Toyota Prius, tam bir benzin canavarı olan Hummer'a göre atmosfere kat kat daha az karbon salıyor. Doğru...
Ancak tek bir Prius'un üretimi sırasında tek bir Hummer'a göre atmosfere çok daha fazla karbon salındığını biliyor muydunuz?
Prius'un elektrik aküsünde 14 kilo nikel kullanılıyor. Bu da tek bir Prius'un üretimi için harcanan enerjinin 113 milyon Btu gibi çok yüksek bir miktara çıkmasına yol açıyor.
Benzinli bir otomobil, 1 litre benzin yaktığında 30 bin Btu enerji harcıyor. Bir başka deyişle dünyanın en çevreci otomobillerinden biri olan Prius'u satın aldığınızda daha yola çıkmadan atmosferi benzinli bir otomobille 160 bin kilometre yol yapıp, 4 bin litre benzin yakmış kadar kirletmiş oluyorsunuz.
Kısacası 'Küresel Isınma'yı önlemek için cibini sat, elektrikli bir otomobil al' demek dayanaksız bir çevreci klişesinden başka bir şey değil.
Küresel Isınma ve çevrecilik klişeleri ciplerle sınırla da değil. Wired dergisinin eski sayılarından birinde 'ezbere çevrecilerin' basmakalıp dayanaksız mitlerinin ipliği pazara çıkarılmıştı.
Örneğin hani Kyoto Protokolü diye kopartılan kıyametin de içyüzü kamuoyunda yaratılan inançtan çok farklı.
Kyoto Protokolü tam olarak uygulansa bile Küresel Isınma'yı sadece 6,5 gün eretleyecek. Dahası Kyoto Protokolü aslında emperyalizmin yeni postundan başka bir şey değil. Protokol, atmosfere daha fazla karbon salan sanayileşmiş ülkelerin, daha az üretim yaptığı için daha az karbon salan gelişmemiş olan ülkelerin karbon salma kotasını satın alabilmesini öngörüyor. Yani protokol, gelişmemiş ülkelerin sanayileşme hakkının gelişmiş ülkelerce satın alınabilmesini öngören bir gözboyamadan ibaret.
Bir başka çevreci miti ise organik yiyeceklerin çevreye yararı ve genetik gıdaların zararı ile ilgili. Çevreyi korumak isteyenlerin mitin öngördüğünün tam tersine organik yiyeceklerden uzak durması, genetik gıda üretimini desteklemesi gerek. Organik ürünlerin yetiştirilmesi sırasında, organik olmayanlara göre atmosfere çok daha fazla karbon salınıyor. Öte yandan çevre bilinci olanlaran genetik gıdalara da karşı çıkmaması gerekiyor. Genetiğiyle oynayarak ürünlerin atmosfere daha az karbon salması sağlanabiliyor.
Genetiğiyle olnanmış pirinçle örneğin, yılda 50 milyon ton daha az karbon salınabilir atmosfere.
Mitlerin sonu yok. Ve bu saydığım argümanlar da tıpkı ezbere çevrecilerce yayılan argümanlar gibi tek taraflı. Önemli olan her zaman madalyonun bize pompalanan tek yüzüne bakarak değil, iki yüzüne birden bakarak karar vermek.
yurtsan@neobizmedya.com